Referans gazetesinde yayınlanan bir haberin başlığı, hükümetin kredi kartı düzenlemelerini gerçekleştirmek istediği, ancak bankaların buna karşı çıktığı izlenimini yaratmak özellikle seçilmiş sanki. Habere göre Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Ali Babacan, hafta başında 5-6 büyük bankanın genel müdürü ile görüşerek kredi kartıyla ilgili yapılması planlanan düzenlemeler için görüş almış. Bu görüşme sırasında “Kredi kartıyla ilgili bir düzenleme ihtiyacı hissediliyor. Henüz ortaya çıkardığımız bir düzenleme metni yok. Ancak bu metni hazırlamadan önce sizi, kredi kartlarıyla ilgili başlıca sıkıntılarınızı ve hangi esaslara dokunulmasını istemediğinizi öğrenmek için davet ettim” diye görüş bildirdiği iddia ediliyor.
Yani eğer bu açıklama doğruysa, gündemde “kredi kartı yasalarıyla ilgili bankaları şöyle düzenliyeceğiz, böyle asacağız, herkes kafasına göre kredi kartı alamayacak satamayacak” gibi yorumların gerçek olmadığını anlıyoruz. IMF ile görüşmelerin çok parlak ilerlemediği, hatta IMF’ye kafa tutulduğu şu günlerde, hükümetin bankaların arzu etmediği aksiyonlar alıp onları küstürecek bir harekette bulunması oldukça zor gözüküyor.
Bankalar, hükümet tarafından sergilenen iyi niyetli yaklaşımdan memnuniyetlerini belirterek; mevcut kredi kartı sisteminin ihtiyaca göre işlediğini, yapılacak radikal değişikliklerle tümüyle sistemin bozulma riskinin bulunduğunu söylemişler. Kredi kartı konusunun sürekli gündemde kalmasının yanlış olduğunu, Türkiye’deki kredi kartı uygulamalarının geçmiş yıllara kıyasla tüketici lehine oldukça gelişme gösterdiğini belirtmişler. Kredi kartı harcamalarının hala ağırlıkta olmasının nedenini ise tüketici kredilerinin mevzuat gereği pratik biçimde kolay kullanılamamasına bağlamışlar.
Böyle bir haberi yorumlamadan geçmek istemedik. Tamam ekonomist değiliz ama sonuç olarak iki büyük krizi bir yetişkin olarak yaşamış bireyler olarak, kriz zamanı neler olup bittiği hakkında bir bilgimiz oluştu. Bir önceki krizde ve bu son yaşanılan global krizde gördük ki, tüm ülke yönetimleri ve merkez bankaları, kriz nedeniyle bir anda bıçak gibi kesinlen tüketimi harekete geçirecek önlemleri hayata geçiriyorlar. Amaç tüketimi harekete geçirecek önlemler, ürün ve hizmetler ile iglili talepleri belli bir seviyeye çekerek arz ve talep arasındaki dengenin otomatik olarak oluştuğu noktaya ulaşarak normale dönüşü başlatmak. Bu önlemler faizleri indirerek birikimlerini faizde tutan kişiler için faiz gelirinin cazibesini azaltmak ve bu birikim sahiplerini ekonomide daha fazla getiri beklentisi olan yerlerde değerlendirmeye yönlendirmek; çeşitli vergi indirimleri ile belli lokomotif sektörlerde ve diğer ilgili yan sektörlerde bir hacim yaratarak talebi arttırmaya yönelik vergi avantajları çıkarmak şeklinde karşımıza çıkıyor.
Son birkaç ay içerisinde bütün büyük ekonomilerde ekonomik faaliyetleri tekrar harekete geçirecek amaçlara yönelik kararların ne kadar süratli alındığına şahit olduk. Ülkemizde ise benzer önlem paketleri hakkında konuşulmaya başlanması ile hayata geçmesi arasında normalden çok daha uzun süreler geçtiğini görüyoruz. Kriz zamanı amacınız talebi tekrar artıracak önlemler almak ise, bu önlemleri kamuoyunda bir beklenti yaratmadan süratli bir şekilde almak gerekir. Böylelikle beklenmedik bir anda gelen etkiye süratli tepki vererek, bu ivme ile mevcut talep seviyesini daha ileri götürmek mümkün olur. Ancak Türkiye’de yapıldığı gibi önlemleri almak lafta kalırsa, tüketimi ve yatırımı teşvik edici bu önlemler ile ilgili kamuoyunda bir beklenti yaratılır ve bunun sonucunda talep daha da geriler.
Beklentiler nedeniyle daha da fazla gerileyen taleplere paketler ile müdahale edildiğinde bir bakmışsınız ki, bırakın talebi arttırmayı geçen süre içerisindeki kaybı ancak telafi etmişsiniz. Kaynakları çok daha verimli kullanmak, beklentiler yaratılmadan süratli bir şekilde karar alıp uygulamakla mümkün. Ülkemizde ise bu tür radikal kararlar alınırken önce hısım akraba bilgilendirilip pozisyon alması beklendiği için, olması gereken etkiler asla yakalanamıyor.
Şimdi gelelim bu konuya neden değindiğimize. Ülkemizde reel sektörü hayata döndürebilmek için Üreten Türkiye Platformu tarafından başlatılan “Kriz Varsa Çaresi de Var, Eve Kapanma Pazara Çık” sloganıyla bireyleri yavaş yavaş tüketime yönlendirmeyi teşvik eden bir kampanyanın hız kazanmaya başladığı ve etrafta kredi kartı ile ilgili negatif izlenimin olduğu bu günlerde; kredi kartı uygulamalarına müdahale edileceği şeklinde bir beklenti yaratılıp, ülkemizde etkin olarak kullanılan bu ödeme aracının kullanımı, dolayısıyla da Pazara Çık kampanyası da sabote edilmiş gibi geldi bize.
Yukarıda ana hatlarından bahsettiğimiz resme bakınca, krizden güçlü bir ülke olarak çıkabilecek, yani krizi fırsata çevirebilecek (iyi bir klişe) bir ekonomi olmak için elimizde her türlü araç, enstrüman ve de bilgi birikimi olduğunu görüyoruz. Ama ülke eknomisini yönetmeye çalışanlar, kendi yakın çevrelerini alacakları ekonomik önlemlerden faydalandırmaya öncelik veriyorlar. Bu kişilerin fırsatlardan yararlanabilmesi için müdahaleler gecikiyor veya amacından uzaklaştırılıyor. Bu yüzden müdahalelerin ekonomiye hiçbir katkı getirmediğini ve sadece belli bir zümreye fayda sağladığını görüyoruz. Neden hala bir üçüncü dünya ülkesi muamelesi gördüğümüzü daha iyi anlıyoruz…